Perspektif farkı

Kayıt Tarihi: 01.01.1970 02:00 - Son Güncelleme: 20.05.2024 06:28
YAZI
A
 Amerika-Avrupa, Bosna'da bağımsız bir Müslüman devlet oluşmasını istemedi. Sırplar'ın ayrı devleti var, Hırvatlar'ın var ama Bosna'da dönüşümlü başkanlık gibi acayip bir sistem doğdu.
Bunu neden yazdım, Ortadoğu'da, Türkiye ile Batı dünyasının perspektif farkını ortaya koymak için.

Ortadoğu'da demokratikleşme, bölge halkları ve ona paralel duran Türkiye ile Amerika-Avrupa'nın perspektif farkları sebebiyle zor ilerliyor.
Suriye dramı da bunun uzantısı.

Aklıma gelen soru şu:

Amerika-Avrupa, Türkiye'de bir Refah iktidarını istememişti. AK Parti iktidarını acaba gönülden mi istedi yoksa katlandı mı? Bence demokrasiye hayır diyemedi, AK Parti Refah'a göre revizyonlara gitti, halkın oyu da öylesine ağırlıklı devreye girdi ki, sonunda Türkiye'de İslami geçmişten gelenlerin iktidarına ses çıkarılamadı. Buna rağmen yaşanan zorluklar ortada.

Ortadoğu değişecekti. Yapı "normal" değildi. Değişim "normal" seyrinde devam ettiği takdirde ister istemez, "İslami kodlar" öncelikli olarak gerçekleşecekti. Batı dünyası, bir süredir hem değişimi kaçınılmaz ve çıkarları gereği gerekli görüyor hem de bunun "İslami kodlar"a göre şekil almasından tedirgin oluyordu.

Batı'da İslam korkusu

Siyasal İslam, radikal İslam, köktendinci (fundamentalist) İslam, entegrist İslam... İslam ve terör denklemleri bu kaygının siyasi piyasaya taşıdığı söylemlerdir.
El Kaide de 11 Eylül de buralarda pişmiştir.

1992'de Cezayir'deki demokratik hamlenin askeri müdahale ile bastırılması karşısında Batı suskunluğu ve gizli onayı, Ortadoğu'daki değişimden duyulan kaygının eseri idi.
Güncel süreçte Tunus, Libya, Mısır gelişmeleri karşısında Batı'da genel psikoloji "Acaba bu akış nereye gider" şeklindeki kaygı yüklü soruda toplandı.

Türkiye "Halklara bırakalım, onlar dengeyi bulur. Yukarıdan aşağı bir şey empoze edilmesin" diyordu. Buna rağmen, yine de Batı'daki kaygıları gidermek için Başbakan Erdoğan gitti, Mısır'da, Tunus'ta, "laiklik telkinlerinde" bulundu.

Ama Suriye'de iş, işin içine Rusya ve İran faktörü de girince silahlı safhaya intikal etti. "Silah"girince Rusya ile Batı dünyası, "İslam ve terör" denkleminde duygudaşlık ve stratejik ortaklık içine girdiler. Ve bu, garip biçimde bir diktatöre kan taşımak oldu.
Suriye kanıyor.

Türkiye'nin "kanı durdurmak" için gösterdiği çaba yetmiyor.
"Diktatör giderse kim gelir" sorusu bütün Batı iradesini esir almış durumda.

Üstelik Türk dış politikasına karşı "İşin içine neden bu kadar girdik" sorusu ile psikolojik yıldırma savaşı yürütülüyor. Reyhanlı sabotajı ile üstelik psikolojik savaşa, en kanlı boyutta terör ilave ediliyor.

ABD gezisi sonuç verir mi?

Başbakan'ın Amerika gezisi bir şeyi değiştirecek mi?
Amerika, Ortadoğu'da nasıl durması gerektiği konusunda tereddütler yaşıyor.
Şu an, aktif ve pozitif bir irade olarak devreye girmesi zor görünüyor.

Ama Ortadoğu için nihai olarak söylenecek olan şey, "normalleşme"nin Türkiye'nin öngördüğü istikamette olacağı gerçeği.

Evet sancılı olacak, belki uzun sürede gerçekleşecek ama sonunda Ortadoğu halklarının iradesi devreye girecek ve son sözü söyleyecek. Türkiye'de olduğu gibi.

Orada Esed gibiler olmayacak.
Bizde Ergenekon taifesi halk iradesi ile devreden çıkarıldığı gibi... Kolay mı oldu bu? Ya da hâlâ oluşum devam etmiyor mu?

Batı'nın sınavı tarihin doğru yerinde durup durmadığı ile ilgili. Bosna'yı çok geç gördüler, Banyas'ı görmediler. Bu ayıp onlara yeter.
ETİKETLER:

Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Yazarın Diğer Yazıları