Bir umut mu?

Kayıt Tarihi: 01.01.1970 02:00 - Son Güncelleme: 20.05.2024 04:10
YAZI
A
 Anadolu gezilerimizde dile getirilen hususlardan biri de, sürecin yönetiminde iktidarın muhalefetle iletişim kurması, bunun için de kullanılan dilin itina ile seçilmesi talebi oluyor.

Bunu başından beri bizler de seslendiriyoruz.

Tabii ki burada özenli dil hassasiyeti sadece iktidara düşmüyor, aynı hassasiyetin muhalefet tarafından da gösterilmesi gerekiyor.
Ben en başta muhalefete, süreci ihanetle suçlamak yerine makul uyarılarla sağlıklı seyretmesine katkıda bulunmanın daha doğru olacağını söyledim, yazdım.
Kesinlikle zor bir süreç bu. 30 yılın yaralarını sarmak, toplumda derinleşmiş duyguları tamir etmek, ülkenin doğusunda, batısında ortaya çıkan hassasiyetleri bir noktada buluşturmak kolay değil.
Belki iktidar, "akil insanlar" formülünü de, işin artık siyasi ilişkilerle tamir edilmesi zor bir noktaya geldiğini, yatay-paralel-sivil ilişkilerle iletişim sağlamanın daha mümkün olacağını düşünerek devreye sokmuştur.

Ama özellikle MHP, başından beri iktidara yönelik ihanet suçlamasını akil insanlara da yönelterek kategorik bir retçiliği tercih etti. Yolda ilerlerken garip biçimde İşçi Partisi'nin desteğini aldı. Sonra İşçi Partisi'nin daha başat rol üstlendiği bir tepki atmosferine girildi.

Nasıl çözülecek?

Oysa "Peki nasıl çözülecek" sorusuna verilen bir cevap yoktu.
-30 yıl daha çatışma sürsün.
-30 bin genç daha ölsün. 30 bin anne baba yüreği, evlat, kardeş kalbi ateşin içine düşsün.
-300 milyar dolar daha bomba olarak dağlara gömülsün.
-Memleketin doğusunda, batısında farklı şehit algıları, farklı şehit mezarlıkları oluşsun.
-Türk-Kürt ilişkileri bin yıllık kardeşlik ikliminden çıkıp, dünyanın fesat güçlerinin at oynattığı bir soğuk mevsimi yaşasın.
"Teröristleri bire kadar kıralım" diyordu birilerimiz.
Ya onların ana babalarını ne yapacaktınız?
Arkasından gelen çocuklara ne diyecektiniz?
Devletle toplumun bir kesimi kan davası içinde boğuşup duracak mıydı?
Çare, çare neydi?
Kardeşliği kurtarmaktan başka çare yoktu. Sevgiyi inşa etmekten başka, rahmet iklimini bütün ülkeye yaymaktan başka...
Bu bizde vardı.
Kerim devlettik biz.
Sonra birileri geldi, başbakan astı, köylüye pislik yedirdi, cezaevinde oruçlu insanların ağzına pislik sürdü, ülkenin kız çocuklarını başları örtülü diye okula almadı, yani rüzgar ekildi fırtına biçildi.

Makule doğru mu?

Biz, İç Anadolu Heyeti olarak, kimi teşebbüslerde bulunduk.
Ben, en başta Sayın Bahçeli'ye seslendim. Akil insanlarla ilgili bir problem varsa görüşelim dedim.
Sonra, Anadolu'da 8 vilayeti gezmemizin ardından Sayın Kılıçdaroğlu'na ulaşalım, izlenimlerimizi paylaşalım istedik. Bunun için girişimde bulunduk. Olumlu cevap alamadık.
Olsun, belki de protokol açısından uygun bulunmamışızdır.
Ama her halükarda bu işin diyalog içinde yürümesinin sağlıklı olacağı muhakkak.
Bu noktada Sayın Kılıçdaroğlu'nun bir TV programında söylediği sözleri diyalog adına yeni bir kapının açılması gibi görmek isteriz. Sayın Kılıçdaroğlu, ilk başlarda "Başbakan ikili görüşmede bana ne söylerse anında kamuoyu ile paylaşırız" diyordu, kendisine soruluyor:
-Ya Başbakan devlet adına gizli tutulmasını istediği bir şey söylerse, onu da açıklar mısınız?
Buna karşılık Sayın Kılıçdaroğlu şöyle diyor:
"Devletin içinde elbette ki gizli bilgi olur. Her ülkenin kendi gizli bilgileri olur. Saygı gösteririz. Kaldı ki devlet geleneğini en iyi bilenlerden birisiyim. Bize bilgi verilirse şu bilgi gizli kalacak dendiği andan itibaren biz o bilgiyi kamuoyuyla zaten paylaşmayız."
İşte bu kadar basit. Başbakan ve ana muhalefet lideri iki devlet adamı olarak baş başa görüşecekler, Türkiye'nin bu en önemli sancısına ortak çare üretecekler.
Kim kaybeder bundan? Hükümet mi, AK Parti mi, CHP mi?
Aynı nitelikte bir görüşme MHP lideri ile yapılsa kim kaybeder?
BDP'lilerle yapılsa kim kaybeder?
ETİKETLER:

Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Yazarın Diğer Yazıları